word image
Report

Roman Tahlili - Amat Eser İncelemesi

10.152 Words / ~38 pages sternsternsternsternstern_0.25 Author Anna B. in Oct. 2013
<
>
Download
Genre/category

Report
Literature

University, School

Selçuk Üniversitesi Konya

Grade, Teacher, Year

2013

Author / Copyright
Anna B. ©
Metadata
Price 5.00
Format: pdf
Size: 0.39 Mb
Without copy protection
Rating
sternsternsternsternstern_0.25
ID# 33939







ROMAN TAHLİLİ

AMAT (İHSAN OKTAY ANAR)


İHSAN OKTAY ANAR: HAYATI,  EDEBΠ KİŞİLİĞİ VE ESELERİ


İhsan Oktay Anar 1960 yılında Yozgat’ta doğmuştur. Ailesi İstanbullu olan Anar 1974’ten beri İzmir’de yaşamaktadır. Anar ince, uzun boylu, esmer tenli, çekik gözlü ve çıkık elmacık kemiklidir. İhsan Oktay içe dönük mizaçlıdır. Babası Mehmet Sait Bey, Tekel’de müskirat eksperidir. Annesi Bedia Hanım ise İstanbullu bir bayandır.

Bedia Hanım, Mehmet Sait Bey gibi memurdur. Yazarın Süheyla ve Füruzan adlarında iki ablası vardır. Evin en küçüğü kendisidir.Bu okuyan aile içerisinde yetişen İhsan Oktay, mutlu ve hayallerle dolu bir çocukluk geçirir. O, “Büyüyünce ne olmak isterdim? Tabi bu bir çocuğun hayal gücüyle sınırlı. Astronot olmak, ressam olmak, mühendis olmak bir sürü şey olmak isterdim.” diyerek ileride seçeceği meslekle ilgili düşüncelerini ifade etmektedir. İhsan Oktay Anar, babasının mesleği gereği ilk ve ortaokulu İstanbul’da okumuş, lise çağlarında İzmir’e gelmiştir.

Burada Karşıyaka Erkek Lisesi’ne başlamış ancak tamamlayamadan okuldan atılmıştır. Kendisinin “Okuldan kaçıp kütüphaneye gidiyordum. Milli kütüphaneye gidiyordum. Okuldan kaçıyor, orada okuyordum. Maupassant, Çehov, Gogol. Bir gün eve okuldan atıldığım haberi geldi, devam etmediğim için. Diye anlatan Anar lise eğitimini akşam lisesinde tamamlar. Anar için akşam lisesi bulunmaz bir nimettir.

Zira “geceleri saat 18.20’de başlayan okul, 22.10’da”12 bitmektedir. Bu da gündüzleri onun okumaya zaman ayırmasını sağlamaktadır.

Lise eğitiminin ardından Ege Üniversitesi Felsefe bölümünü kazanan Anar, bu bölüme pek de isteyerek girmemiştir. Felsefe bölümünün kendisi için kolay geldiğini, böylelikle okumaya ve yazmaya daha çok zaman ayırabildiğini belirten yazar, yüksek lisans eğitimini de aynı üniversitede tamamlamıştır. “Askerlik hoş bir ortam değil.

Herkes biraz çekinir bundan. Ama yapmak zorundasınız. Ben de fakülteyi bitirdikten sonra askere gitmeyi nasıl erteleyebilirim diye düşündüm. Mastır sınavına girdim ve kazandım.” diyerek askerlik görevini ertelemek için yüksek lisansa başladığını anlatan yazar, halen aynı üniversitede yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.

İhsan Oktay Anar, her ne kadar askerliği tehir için yüksek lisansa başlasa da o da bu vatani görevi yapmanın mecburiyetinin farkındadır. Yazar 1995 yılında Güneydoğu’da TİM komutanı olarak askerliğini yapar.

 Anar, Felsefe bölümünden öğrencisi olan Özlem Hanımla 1999 yılında evlenmiştir.“Mutsuzluk verimliliğin nedeni olabilir. Ancak mutluluk daha çok verimli olmanızı sağlıyor.” diyen yazar, eşiyle evlendikten sonra daha üretken olduğunu belirtir. Bu dönemde Amat ve Suskunlar adlı eserlerini ortaya koyan Anar, Amat’ı da eşine ithaf etmiştir. İhsan Bey’in kendisini fazlaca kıskanması dışında çok mutlu bir evlilikleri olduğunu ve eşinin kendisine çok değer verdiğini anlatır.

Dokuz yıldır evli olan çiftin çocukları bulunmamaktadır. Eşi Özlem Anar’ın “ketum” olarak nitelendirdiği yazar, o durgun görüntüsünün altında aslında çok muzip bir kişiliğe sahiptir. “Çok şakacıdır. Bol bol şakaları vardır. Kısa ve az konuşur. Şakasını yapar.” diyen Özlem Hanım eşinin bu mizahi yönünü vurgular.

            Anar kendisini şu şekilde tanımlamaktadır: “Kimliksiz biri olduğumu düşünüyorum. Ressam, mühendis, tarihçi kimliklerine sıkışıp kalmak istemem. Hatta yazar kimliğine de… Sadece yazıyorum o kadar. Resim yapabilir ve pastra da oynayabilirim. Borges’in söylemeye çalıştığı gibi, ‘Bir insan hem herkes hem de hiç biridir’.

Ben bir jokerim. Yani bazı iskambil oyunlarında, her kartın yerine geçen bir kart gibi. Kelimenin diğer anlamıyla da ‘Joker’, yani ‘şakacıyım’”. Yer yer eserin ortasında yazar-anlatıcı olarak çıkıp okurla ve kahramanlarla dalga geçmesi onun bu yanının en belirgin örnekleridir. İhsan Oktay Anar, mizaç olarak sürekli sorgulayan bir tabiata sahiptir. Hayata sürekli bir şüphe içerisinde yaklaşmış, her durumu sorgulamıştır. İhsan Oktay Anar’ın özel zevkleri arasında keman çalmak da vardır.

Klasik Batı müziği hayranı olan yazar, evinde de sürekli bu müziği dinler.

Download Roman Tahlili - Amat Eser İncelemesi
• Click on download for the complete and text
• This is a sharing plattform for papers
Upload your paper and receive this one for free
• Or you can buy simply this text

  SANATI

Küçük yaşta kitaplarla tanışan sanatçı, bir süre sonra kütüphane tozu yutan kitap müdavimleri arasına girmiştir. Okuldan çok kütüphaneye giden Anar, bu nedenle Karşıyaka Erkek Lisesi’nden atılır. Kitaplara bu derece düşkündür. Çalışmalarını roman alanında yoğunlaştıran yazarın şimdiye kadar basılmış beş eseri mevcuttur.

Bir de basılmamış olan Tamu adlı çalışması vardır; ancak 1991'de yazdığı bu romanı yayımlatmak için dört sene boyunca çeşitli yayınevleri ile görüşen sanatçı, daha sonra bu eserini tekrar incelediğinde beğenmez ve yayımlatmaktan vazgeçer. Bu durum Anar’ın, eserlerine öz eleştiri ile bakabilen bir sanat anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca sanatçının “sanat bana kalırsa doğrudan bir ifade şekli” biçimindeki sözleri, onun sanata bakış açısını ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.

Yaratıcılıkta çalışmak kadar ilhamın da önemli olduğuna inanır.İhsan Oktay Anar’ın eserlerindeki olağanüstü olaylar, her şeyin mümkün olduğu büyülü atmosfer dikkat çekicidir. Bu gibi fantastik unsurlar onun eserlerini özgün kılan niteliklerdendir. Aynı zamanda bu durum, onun sanat anlayışını da ortaya koymaktadır; zira yazar eserlerini realist bir bakış açısı ile kaleme almamıştır.

Aksine o, gerçekliğin sorunsallaştığı, taklidin ve gerçeküstünün ön plana geçtiği fantastik eserler ortaya koymuştur. Evlenmeden önce zevk, evlendikten sonra da Özlem Anar için yazan sanatçı, eşinin beğenisinin kendisi için çok önemli olduğunu belirtir ve “Sadece eşim değil tabiî ki. Ama özellikle onun için yazıyorum.” der. Anar, sadece estetik kaygılar peşinde koşan ve bu duygu ile metinlerini oluşturan bir yazar değildir.

Bu bağlamda İhsan Oktay Anar’ın sanatsal faaliyetlerindeki itici gücün ilk olarak kendi ruh dünyası -sözle ifade edemediklerini romanlaştıran ketum mizacı-, ikinci olarak eşi Özlem Anar ve son olarak da diğerleri; yani okuyucular olduğunu söyleyebiliriz.

Eserlerinde hem Doğu hem de Batı Medeniyeti’ne ait sanat ve düşünce adamlarına yer veren Anar, bu yönüyle kucaklayıcı bir tavır göstermektedir. Aynı durum eserlerinde kullandığı tekniklerde de göze çarpmaktadır; zira o Doğu anlatı geleneği ile Batılı modern teknikleri harmanlayarak, kendine has bir anlatım biçimi oluşturmuştur.

Bu da sanatçının her iki medeniyeti kuşatan, sentezci sanat anlayışının yansımasıdır. Aynı zamanda yazar, işlediği konular, yarattığı karakterler ve oluşturduğu mekânlar yönüyle tam anlamıyla yerlidir. Onun eserlerindeki atmosferde yabancı bir diyara özlem söz konusu değildir. İhsan Oktay Anar’ın eserlerinde birçok postmodernist unsur bulunmaktadır. Ancak sanatçı kendisinin bir kuramcı olmadığını, eserlerini herhangi bir edebî akım çerçevesinde oluşturmadığını belirtmektedir.

            Geniş halk kitlelerine ulaşıp topluma mal olmak gibi bir kaygısı olmayan yazar “Benim eserlerimin ömrü belki on yıldır, belki de bin yıldır. Bu beni ilgilendirmiyor. Benim için o eseri çok az da olsa bir kaç kişi farketmişse ve tesselli bulmuşsa yeterlidir.” diyerek edebiyat dünyasındaki mütevazı tavrını ortaya koymaktadır.

a) Evlilik öncesi.

b) Evlilik sonrası.

İlk evrede yazar eserlerini kendi beğenisi doğrultusunda oluştururken, ikinci Anar, anlatacağı konu ile ilgili ciddi bir hazırlık sürecinden sonra yaklaşık üç aylık bir süre zarfında metni oluşturmaktadır. Dolayısı ile aynı zamanda Ege Üniversitesi öğretim üyesi olan sanatçı eserlerinin yazma safhasını, boş zamanı olan yaz tatili döneminde tamamlamaktadır.

Eserlerinde mistik, fantastik ve büyülü bir atmosfer oluşturan sanatçı gerek dil, gerekse içerik, gerekse kullanılan teknikler bakımından özgün eserler ortaya koymuştur. Alegorik diyebileceğimiz bu metinlerin derin yapısı kuşkusuz belli bir birikimin sonucudur. Eserlerindeki felsefî derinliğin yanı sıra mistik ve tasavvufi unsurlarla da dikkat çeken yazar birçok kaynaktan beslenmiştir. “Eserlerimde hem Doğu hem de Batı dünyasının düşünürlerini görebilirsiniz.

Ben sadece bana zevk veren bana hitabeden yazarları okurum. Marx’ı da okurum Evliya Çelebi’yi de okurum.” der ve ekler: “En beğendiğim yazar Tanrı ve en çok etkilendiğim eserler kutsal kitaplar. Gerçek edebi yapıtlar olduğunu düşünüyorum kutsal kitapların. Gençliğimde Kafka’yı okurdum. Onu beğenirdim. Çehov’u beğenirdim. Evliya Çelebi’yi çok büyük bir zevkle okurum hala.

Dostoyevski’yi çok beğendim. Ayrıca Borges okudum.

Anar, eserlerindeki dil ve anlatımda çevresindeki insanlardan ve günlük hayatta kullanılan dilden de faydalandığını belirtmektedir. Sanatçının bu noktada en çok etkilendiği isim, aynı zamanda arkadaşı olan Kurtuluş Özlü’dür. Anar onunla ilgili olarak “Kurtuluş Özlü bir balıkçıydı. Daha sonra kaza geçirdi. Şimdi şaraba düşkün fakat çok iyi sohbet eder.

Ondan çok şey öğrendim. Türkçe konusunda Evliya Çelebi’den öğrendiğim kadar çok şey öğrendim. Çok güzel anlatırdı.” der. Görüldüğü üzere yazar Doğulu, Batılı, yerli, yabancı birçok şahıstan etkilenmiştir. Ancak onu asıl besleyen kaynak ilahî metinlerdir. Bu durumu özellikle Suskunlar olmak üzere Anar’ın hemen hemen bütün eserlerinde görmek mümkündür.

 ROMAN ANLAYIŞI

Gözlemci ve içe dönük karakterinin yansıması olarak kendisini sanatsal bir formda ifade etmek isteyen Anar, bu konuda kendisini edebiyata ve romana yakın hissetmiş ve bu türde eserler ortaya koymuştur. Kapalı mizacının sonucu olarak kendi duygu ve hislerini insanlarla paylaşamayan yazarın, romanı insanlarla iletişim kurmak amacıyla bir köprü olarak kullandığını söyleyebiliriz.

Bu bağlamda yazarın “Roman illa gerçekliği yansıtacak diye bir şart yoktur. Roman bu. Cin de olur, peri de.” ifadeleri bu düşünceyi desteklemektedir.

25 nisan 2009’da Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü tarafından Anar için bir sempozyum düzenlenmiştir. Sempozyumda yazarın roman kahramanları ve kitapları canlandırılmıştır. Sempozyuma yoğun ilgi olmasına karşın İhsan Oktay katılmamıştır.

 26 Mart 2009’da İhsan Oktay Anar Erdal Öz Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür

 ESERLERİ

Puslu Kıtalar Atlası (1995)

Kitab-ül Hiyel (1996)

Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri (1998)

Amat (2005)

Suskunlar (2007)

Yedinci gün (2013)

                                                                      


AMAT

A.KÜNYE

Kitabın Adı: Amat

Kitabın Yazarı: İhsan Oktay Anar

Kitabın Yayınevi: İletişim

Kitabın Basım Yılı ve Yeri: 2010/ İstanbul

Kitabın Baskıları:

1-6. Baskı 2005-2009 İstanbul

7. Baskı 2010 İstanbul

8. Baskı 2010 İstanbul

Kitabın Sayfa Sayısı: 239

(İncelenen eser 8. Baskıdır.)

B.KONU

Amat adlı eser,1670 yılında Şevval ayının 3.gecesi İstanbul’dan yola çıkıp Navarin’e doğru yol alan Amat adlı bir Osmanlı kalyonunun seyr-ü seferi sırasında karşılaştığı maceralardan hareketle yaratılıştan beri süregelen insan ve şeytan arasındaki mücadeleyi konu edinmektedir.

C.ANA FİKİR VE YARDIMCI FİKİRLER

Ahmet Koçakoğlu’nun deyişiyle: Anar bu eserinde de önceki kitaplarında olduğu gibi, iyilik-kötülük gibi kavramlardan hareketle insanın iç dünyasındaki çekişmeyi, yaratılış gerçeğini,hayatın anlamını,kısaca Hz. Adem’den bu yana devam eden insan-şeytan mücadelesini işlemektedir.Dolayısı ile Amat’ın fikri altyapısını ölüm-ölümsüzlük,cennet cehennem,iyilik-kötülük,ruh-beden,insan-şeytan çatışma unsurlarının beslediğini görüyoruz.

Ana Fikir: İyi insanların ödülü ahiret hayatının güzelliklerini yaşamaktır. Kendisine şeytanı rehber edinen ve bu yüzden öte dünyadan mahrum olan günahkarlar ise hayvanlar gibi yok olup gitmeye mahkumdurlar.

Süleyman Reis fal bakmak amacıyla Diyavol’un kitaplığından iki kere kitap seçer.İki seçiminde de sayısız kitap arasından İbni Meymun’un Diriliş risalesini bulur ve aynı sayfaları açıp şu yazıyı okur:


‘’İyilerin ödülü ahiret hayatının güzelliklerini yaşamaya uygun olmalıdır. Günahkarların cezası ise onların ölüp ortadan kalkmalarıdır. Çünkü ahiret hayatının güzelliklerine layık değillerdir. Günahkarlar kötülüklerinden dolayı öte dünyadan mahrum olurlar ve tıpkı hayvanlar gibi yok olup giderler. (s.29-s.90)


Yardımcı Fikirler:

-          İnsan kaderini kendi belirler.

-          Yaptığımız seçimler daima mutluluk getirmez.

-          Her canlı bir gün ölmeye mahkumdur.

-          Günahları ortaya çıkmadığı sürece her insan masumdur.

-          Geleceğin insana neler getireceğini bilemeyiz.

-          İnsanların fikirleri kolayca değişebilir.

-          Herkes günahlarını unutmak ister.

-          Her insanın zaafları vardır.

-          Batıl inançlar insanların davranışlarını yönlendirebilir.

-          Hayatta insan için en önemli şey namusuyla yaşamaktır.

-          Kimi insanların imanları-inançları yalnız dillerindedir.

-          Dünya binde bir de olsa yanılma payı bırakanlara aittir.

-          Her lekeyi saklayan siyah, günahkarların rengidir.

-          Vicdan azabı insanı içten içe tüketir.

-          Şeytan insanı hak yolundan çıkarmaya çalışır.


Ölüm-Ölümsüzlük Hakkında:

-          Dünyada her canlı ölümü tadacaktır,ancak herkes aynı zamanda ölümsüzdür.

-          Ölüm gibi ölümsüzlük de insanın bir çıkmazıdır ve çözülmeye çalışılmıştır.

-          Ölüm yalnız dünyaya ait acıları dindirir.

-          Ölümlü insanlar ölümsüzlük peşinde ömürlerini tüketir.

Hareket Noktası:

 ‘’Her ne kadar uzakta olsalar da zihinde şimdi bulunan şeylere bir bak,’’  diyen İbni Parmen’e göre ‘şimdi çocuk olduğunu’ ve ‘şimdi ihtiyar olduğunu’ hatırlayan, dolayısıyla ‘algılayan’ biri yanılmaktaydı. O, aynı zamanda hem çocuk hem de ihtiyar olamazdı.Ne çocuk ne de ihtiyar olan biri de, ezeli ve ebedi bir ’şimdi’ içinde yaşıyor demekti. İşte bu yüzden o kişinin ölümsüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyordu.( s.116)


Zamanın Döngüselliğine Dair:

-          Zamanın sonsuz olmasının yegane yolu onun döngüsel olmasıdır.

-          Zamanın döngüsel olduğunu kabul edersek yalnız geçmişi değil, geleceği de hatırlamak mümkündür.

-          Hatırlama ile kehanet aynı şeydir.

-          Duyu organlarımızın nesneleri algıladığı gibi, hafıza da zamanı algılar.


Hareket Noktası:

            Söz gelimi Amr, belli bir tarihte doğup zamanla büyüdüğü vakit Zeyn ile arkadaş olduktan sonra, arkadaşına ihanet ederek onun tarafından öldürüldüğünde, zaman döngüsel olduğu için tekrar doğacak, yine Zeyd ile karşılaşacak,yine ona ihanet edecek veyine öldürülüp yine doğacaktı…(s.115)


Ruh-Beden Bağlamında:

-          İnsanın ölüsü dirisinden daha ağırdır.

-          Her şeyin uygun bir yeri vardır. Ruh kutsal olduğu için göklere aittir ve daima oraya gitmek ister.

-          ‘’Ruh’’ insanların düşünce sahası içinde yer alır.

=Ruh bir ahenktir. Ruh bir namedir.

=Ruhun bedendeki yeri öd kesesidir. Azrail bir ölümlünün yanına gelip onun ödünü patlatarak ruhunu kabzeder.

-          Ruh kutsal ve  hafiftir.

Hareket Noktası:

    Bu Cenevizli azizi ölmeden önce tartmış ve aziz tam 40 okka 142 dirhem çekmiş. Aziz İkar ruhunu teslim ettikten sonra yeniden tartılmış ve bu kez ne hikmetse 51 okka 263 dirhem gelmiş. Yani azizin ölüsü dirisinden daha ağır…( s. 92-93-94)

Savaşa Dair Fikirler:

-          İlk kez birini öldürdüğünüzde siz de onunla mezara girersiniz.

-          Adlar da ölüler kadar ağırdır.

-          İnsan vicdanından kaçamaz.

-          İnsan savaşarak, onuruyla ölmeli.

-          Düşmanınızın size saldırdığı gibi siz de ona saldırın.

Sonuç:Ahmet Koçakoğlu’nun deyişiyle, yazar ölüm-ölümsüzlük,iyilik-kötülük gibi konular çerçevesinde insanoğlunun şeytanla mücadelesini alegorik bir anlatım benimseyerek; felsefi, dini, mitolojik fikirlerden beslenerek okuyucuya sunmuştur.Sanatçı bu konuları birer felsefi problem olarak ele almış ve zaman zaman felsefi çıkarımlar yapmıştır.

Ayrıca; eserde yazarın postmodernizmin çoğulculuk ilkesine dayanarak çoğulcu bir fikir anlayışı benimsediğini söyleyebiliriz.

Ç.OLAY ÖRGÜSÜ

Eserdeki olaylar, başta Kurşunlu Mahzen Kâtibi Hamamcı Musa Efendi’nin Tezâkirü'l Mücrimin adlı eseri ile birlikte çeşitli şahıs ve kaynaklardan yapılan rivayetler doğrultusunda anlatılmaktadır. Buna göre 58 toplu büyük bir kalyon, uzun bir sefer için hazırlanmaktadır.Gemiyi yaptıran, aynı zamanda kaptanlığını da yürüten Diyavol Paşa -bir kişi hariç- kalyondaki herkesi kendisi seçmiş ve bu kişiler kalyona kendi özgür iradeleri ile gelmiştir.Sadece Süleyman buraya isteği dışında görevlendirilerek gelen,ölümsüzlüğü arayan  ve Paşa tarafından seçim hakkı tanınan tek kişidir.

            Geminin yüklemesi bitip, bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Amat bilinmeyen bir rotaya doğru yola çıkar. Ancak gemi istendiği gibi pazartesi yola çıkmaz; Kabil’in kendi öz kardeşini öldürdüğü, Zekeriya Aleyhisselâm ile Firavun’un karısı  Asiye’nin öldüğü gün olan denizciler tarafından uğursuz sayılan salı günü yola çıkar.

            Gemilere ad verme adetinin olmadığı o dönemde kalyonda ‘’AMAT’’ isminin yazılı olduğu görülmektedir.O uğursuz gün tersaneden kalkıp denize açılan esrarengiz kalyonun adı budur.

            Gemi , ilerlerken 50-60 hanelik Tefriciye adlı balıkçı köyünün çok yakınlarında  savaş habercisi olan borunun sesi duyulur.Kaptan Diyavol, tatbikat amaçlı teyakkuz emri vermiştir.Emri verdikten sonra kamarasına çekilen Kaptan Efendi, güverteyi Ali ve Süleyman Reis’e devreder.Hangisi mürettebata söz geçirirse o gemide  Diyavol’dan sonraki ikinci kişi; yani Koca Reis olacaktır.Yerinde kararları ve elindeki kırbacı ile hımbıl, miskin, gevşek mürettebatı hizaya sokan Kırbaç Süleyman, Ali Reis’le girdiği mücadeleyi kazanır.Ancak Diyavol bunu yeterli görmez, Süleyman’a ‘’Koca Reis’’seçilebilmesi için mürettebata yapamayacaklarını değil yapmak istemeyeceklerini yaptırtmasını söyler.Bunun üzerine Kırbaç Süleyman, kaptanının yönlendirmesiyle mürettebatın yapmak istemediği şeyi yaptırarak müslüman olan bu insanlara tüm bedduaları üzerine çekecek bir emir verir;topçular kıyıdaki camiyi namaz vakti ahalisi ile birlikte yerle bir eder.Bu olay sonucunda Süleyman, Koca Reis olur, ancak 27 kişinin ölüp, bir o kadarının da yaralanmasına neden olur.Ali Reis de tayfanın yanına alınır.

            Kaptan Diyavol,Koca Reis seçildikten sonra Süleyman Reis’in odasına istediği zaman girip,bir kitap dışında kütüphanesindeki bütün kitapları okuyabileceğini söylemiş;ancak kara kaplı kitaptan uzak durmasını istemiştir.Bir süre sonra ikinci kaptan Kırbaç Süleyman kontrolünde ilerleyen Amat, Adriya ile Ege Denizi’nin birleştiği yerdeki Çuha Adası açıklarında şiddetli bir fırtınaya yakalanır.Bütün çabalar sonuçsuz kalıp gemi kayalıklara doğru sürüklenirken Kırbaç Süleyman gök gürültüsünü bile bastıran sesiyle ‘’Ey rüzgâr!Dur artık dur!’’ diye haykırır ve rüzgâr diniverir.Amat’taki garip olaylar da bu fırtına atlatıldıktan sonra fark edilmeye başlanır.

            Mürettebatın ‘’gaipten haberler verdiğine, abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra en karmaşık rüyaları bile tabir ettiğine’’inandığı Nuh Usta, o zamana kadar gemideki 21 kişinin falına bakmış ve hepsinin de bir vakitler cinayet işlediğini söylemiştir.Bununla kalmayan yaşlı adam, öldürdükleri şahsın adını unutan kişilere, onların adını da söyleyerek gemidekileri şaşırtmış ve ürkütmüştür.Üstelik bu 21 kişinin falında da ‘’nahs-ı dahil’’denilen, ölüm ve zulmü simgelediğine inanılan en uğursuz şekil çıkmıştır.

            Bir süre sonra dev bir Venedik çekdirisinin baskınına uğrayan Amat, bu saldırıdan Süleyman Reis’in başarılı yönetimi ve üstün cesareti sayesinde kurtulur.Ardından kısa sürede onlara yetişen Venedik kalyonunu da batırmayı başarırlar.Ancak bu kapışmalarda birçok yara alan Amat’ın tamirden geçmesi şarttır.Bordada açılan delikten su alan geminin bir an önce en yakın kara parçasına çekilip, bakıma alınması gerekmektedir.

            Kırbaç Süleyman ve seyir zâbiti Abuzer Reis, yaptıkları ölçümler sonucunda kendilerine en yakın kara parçasının (Saint Jean Şövalyeleri’nin kontrolü altındaki) Malta Adası olduğunu tespit eder.Bunca tehlikeli çarpışmaların yapıldığı bir sırada ortadan kaybolan Diyavol’u, Koca Reis, mürettebata   geminin her yerini aratmış ancak Kaptan Efendi’ye ulaşılamamıştır.Bu durumda geminin ikinci kaptanı Süleyman yetkisini kullanmış, riskli ve tehlikeli olmasına rağmen Malta Adası’na gitmeye karar vermiştir.

            Burada geminin gerekli bakım ve onarımı yapılıp tam gemi denize açılacakken Kaptan Diyavol birden ortaya çıkıverir. Kırbaç Süleyman bu riskli kararı verirken ortada olmayan Diyavol’u suçlar.Diyavol kendisine hesap sormaya kalkan Kırbaç’ı bu tavrından ötürü cezalandırarak bir sonraki emrine kadar onu odasına hapsetmiş, yerine de Abuzer Reis’i görevlendirmiştir.

            Gece karanlığından faydalanan seyir zâbiti Abuzer Reis, kıç güvertedeki, geminin namusu anlamına gelen ve gemi denizde olduğu sürece geceleri daima yakılması zorunlu olan feneri yaktırmayarak peşindeki gemilerden kurtulmayı başarır.Ancak bu durum, şereflerinin iki paralık olduğunu düşünen tayfaların hoşuna gitmez ve bu korkakça hareketinden dolayı Abuzer Reis’ten nefret ederler.

            Bu olayın ardından mürettebat bir gece vakti, grandi direğinin tepesinde bir baykuş görür.Bu durumu hayra alâmet saymayan gemiciler, hayvanı defetmeye çalışırken direğin tepesinde önceden asılı olan Osmanlı Sancağı yerine, direğe mıhlanmış kapkara bir sancak görürler.

            Kaptan Diyavol’un emriyle asılan bu kara sancak, günahkârları temsil etmektedir;zira Navarin’deki bir gemici mezarlığından kesilen tam 247 meşe ağacından yapılan bu gemi, içerisinde 247 günahkâr taşımaktadır.Mürettebatın sancağı indirmeye çalışmaları üzerine, Diyavol Paşa tarafndan onların günahları bir bir sayılır.Diyavol Paşa, ‘’Ben ordaydım.Ben sana günah işleyen ellerinden daha yakınım’’,’’Bu kara sancak günahlarınızı saklayacaktır.İşlediğiniz günahların kefaretini ödeyene kadar ruhunuz ve bedeniniz, hayatınız ve ölümünüz benim sancağımın altındadır,’’der.Bu sözlerinden sonra Diyavol, karşılarında bulunan iki Osmanlı gemisine saldırı emri verir ve bu çatışmayı bizzat yönetir.(Din kardeşlerine saldırmak istemeyenlere de Kuran’dan ayetler okunarak mürettebat kandırılır.)


Swap your papers